Mesih’in Ölümü

(19) Kurtarıcı tüm bunları yaptı; öyle ki O’nun yaratılıştaki varlığına kör olan, lakin bedende yaptığı Tanrısal şeyleri gören insanlar, Baba’ya ilişkin bilgiyi yeniden edinebilsinler. Çünkü daha önce de söylediğim gibi [insanlar,] kötü ruhlar üzerindeki yetkisini gördükten sonra, O’nun gerçekten de Tanrı’nın Oğlu, Hikmeti ve Gücü olduğuna ilişkin kuşku duyabilir mi? Yaratılışın kendisi bile O’nun emriyle sessizliğini bozdu ve müthiş bir biçimde, zaferin abidesi olan çarmıhın önünde tek bir sesle, orada bedeniyle acı çeken Kişinin yalnızca insan değil, ancak Tanrı’nın Oğlu ve herkesin Kurtarıcısı olduğunu beyan etti: Güneş yüzünü gizledi, yer yerinden oynadı, dağlar parçalandı ve bütün insanlar dehşete düştü. Tüm bu olanlar, çarmıhtaki Mesih’in Tanrı olduğunu ve tüm yaratılışın O’nun kulu olduğunu ve Efendisinin huzurunda korkuyla tanıklık ettiğini gösteriyordu.

Böylece Tanrı’nın Kelâmı, insanlara kendisini yaptığı işler vasıtasıyla gösterdi. Bir sonraki adımda O’nun yeryüzündeki hayatı ve bedensel ölümünün tabiatını ele almamız gerekiyor. Bu hakikaten de imanımızın merkezidir ve bu konuda insanların her yerde konuştuklarını duyabilirsiniz; bununla da Mesih, tıpkı yaptığı işlerde olduğu gibi kendisinin Tanrı ve Tanrı’nın Oğlu olduğunu açıklamıştır.

(20) O’nun kendisini bedende göstermesini, koşullarımızın ve anlayışımızın müsaade ettiği ölçüde inceledik. Bozulabilen bir şeyi bozulmaza dönüştürebilen tek Kişinin, ezelden beri her şeyi yoktan var eden Kurtarıcı olduğunu gördük; [ayrıca] Baba’nın Suretinin insanlarda [kendi] suretini yeniden var edebileceğini ve Rabbimiz İsa Mesih haricinde hiç kimsenin fanilere ölümsüzlük veremeyeceğini ve her şeyi tasarlayanın yalnızca Kelâm olduğunu ve insanlara Baba’yı tanıtabilecek ve de putlara ibadeti ortadan kaldırabilecek Kişinin yalnızca O’nun hakiki ve biricik Oğlu olduğunu gördük. Lakin tüm bunların ötesinde, ödenmesi gereken bir borç söz konusuydu; çünkü daha önce de söylediğim gibi herkesin ölmesi gerekiyordu. O halde burada, Kelâmın niçin aramızda yaşamış olduğuna ilişkin ikinci neden ortaya çıkıyor – şöyle ki, yaptığı işlerle Tanrılığını kanıtlayınca herkes uğruna kendisini kurban olarak sunabilsin ve herkes uğruna kendi tapınağını ölüme teslim etsin; öyle ki, insanın yerine ölsün ve onu ana isyanın bedelinden özgür kılabilsin. Bunu yaparak aynı zamanda ölümden daha güçlü olduğunu gösterdi ve dirilişin ilk örneği olarak bedeninin bozulmamış olduğunu kanıtladı.

Bu konuyu yeniden ele almamız sizleri şaşırtmamalıdır. Tanrı’nın iyi isteğinden ve O’nun kendi sevgi dolu hikmetinde olmasını buyurduğu şeylerden bahsediyoruz ve aynı konuların üzerinden defalarca geçmek, bazı şeyleri atlamaktan iyidir. O halde Kelâmın bedeni eşsiz bir biçimde bakirede şekillenmesine rağmen, insan bedeni olarak aslında faniydi ve diğer bedenler gibi ölümlüydü. Lakin Kelâmın [o bedende] yaşaması, o bedeni doğal meylinden uzaklaştırdı; öyle ki bozulmuşluk onu etkilemesin. Böylelikle iki zıt kutup aynı bedende yer aldı: Ölüm Rabbin bedeninde etkindi; ancak buna rağmen bedende Kelâm olduğu için ölüm ve bozulmuşluk aynı biçimde ortadan kalktılar. Bedelin tümden ödenmesi için herkes uğruna ölünmesi gerekiyordu. Bundan dolayı Kelâm, söylemiş olduğum gibi ölemeyeceği için insan bedeni aldı; öyle ki, kendisini herkes uğruna sunabilsin ve onlarla olan birliğinden dolayı herkes uğruna acı çekebilsin: “…ölüm gücüne sahip olanı, yani iblisi, ölüm aracılığıyla etkisiz kılmak üzere onlarla aynı insan yapısını aldı.”1

(21) O halde korkmayın! Herkesin Kurtarıcısı bizim uğrumuza öldüğüne göre, Mesih’e iman eden bizler, yasanın yerine getirilmesiyle artık geçmişteki insanlar gibi ölmeyeceğiz. Mahkûmiyet sona erdi; şimdi dirilişin gücüyle bozulmuşluk yok oldu ve ortadan kalktı ve bizler fani bedenlerimizle Tanrı’nın her birimiz için belirlemiş olduğu iyi zamanda özgür kılındık; öyle ki daha iyi bir dirilişe sahip olalım. Toprağa serpilen tohumlar gibi yok olduğumuzda mahvolmuyoruz; ancak tıpkı tohumlar gibi yeniden canlanıyoruz, çünkü ölüm Kurtarıcının lütfuyla etkisiz kılındı. Bu nedenle diriliş konusunda bizlere güvence veren kutsanmış Pavlus şöyle diyor: “Çürüyen ve ölümlü beden çürümezliği ve ölümsüzlüğü giyinince,”Ölüm yok edildi, zafer kazanıldı!” diye yazılmış olan söz yerine gelecektir. “Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, dikenin nerede?”2

Bazı insanlar şunu sorabilir: “O halde madem O kendi bedenini herkes uğruna feda etmek istedi, bunu niçin herkese açık bir çarmıha gerilme töreni yerine özel olarak yapmadı? Şüphesiz, bedenini bu denli utanç verici ölüme teslim etmek yerine en azından onurlu biçimde ölürdü.” Lakin bu savı daha dikkatlice incelediğinizde ve onun insana özgü bir fikir olduğunu gördüğünüzde, Kurtarıcının yaptığının gerçekten ilahi ve birkaç nedenden dolayı Tanrılığına yaraşır bir şey olduğunu görebilirsiniz. Birinci neden şudur: İnsanların doğal şartlar altındaki ölümleri, tabiatlarının zayıflığından dolayıdır. Fakat Rab böyle değildir. O, Tanrı’nın Gücü ve Tanrı’nın Kelâmıdır ve Yaşamın ta kendisidir; zayıf değildir. Eğer tıpkı diğer insanlar gibi yatağında sessizce ölmüş olsaydı, bu sanki O’nun tabiatı doğrultusunda gerçekleşmiş ve diğer insanlardan hiçbir farkı yokmuş gibi görünürdü. Lakin kendisi Kelâm, Yaşam ve Güç olduğundan dolayı vücudu kuvvetliydi ve ölümün gerçekleşmesi gerektiğinden dolayı da başkaları tarafından öldürülerek kurbanını mükemmelleştirdi. Başkalarına şifa veren birisi, nasıl olur da hasta olur? Veya başkalarının güçlendiği şeylerle nasıl olur da O’nun bedeni zayıf düşer? Burada, “hastalığa şifa verdiği gibi ölümü niye engellemedi?” diye sorabilirsiniz. Çünkü O, kesin olarak ölmek üzere bir beden almıştı ve ölümü önlemek dirilişi engellemek olurdu. Hasta olamayışı ve zayıflıktan konu açılmışken; “açlıktan ölebilir miydi?” diye sorabilirsiniz. Evet, acıkıyordu çünkü sahip olduğu bedenin özelliklerinden biri de buydu, fakat açlıktan da ölmedi, çünkü acıkan bedene sahip olan Rabdi. Benzer biçimde herkes uğruna ölse de, bedeni mahvolmadı. Mükemmel bir biçimde dirildi çünkü bedeni Yaşam Olanın bedeniydi.

(22) Muhtemelen başka birisi de, “Rabbin kendisini Yahudilerin tasarılarından kurtarması kendisi için daha iyi olurdu ve [böylelikle] bedeni ölümden tamamen korunmuş olurdu” [diye düşünebilir]. Ancak bunun da O’nun için nasıl uygun düşmediğine bir bakalım. Kelâm ve Yaşam olarak bedenini kendi elleriyle ölüme teslim etmesi uygun olmayacağı gibi, başkaları tarafından gelecek olan ölümden kaçması da uygun olmazdı. Aksine, son derece büyük bir kararlılıkla [ölüme] yürüdü ve tabiatı gereği ne bedeninden vazgeçti ne de Yahudilerin komplolarından kaçtı. Ve yaptığı bu hareket, Kelâmın kısıtlılığı veya zayıflığı değildi, çünkü ölümü alt etmek üzere onu bekliyor ve bunu herkes uğruna yapmaya can atıyordu. Kaldı ki, Kurtarıcı kendisi uğruna değil ancak beşeriyet uğruna ölmeye geldiğine göre, bedenini bireysel bir ölüm eylemiyle terk etmedi. Çünkü Yaşamın ta kendisi olduğu için bu mümkün değildi; lakin insanların elinden gelecek olan ölümü kabul etti ve böylelikle ölümü kendi bedeninde tamamen yok etti.

Rabbin bedeninin niçin bu şekilde öldüğüne ilişkin daha iyi bir kavrayış sağlamak üzere başka nedenler de var. O’nun gelmesindeki en yüce sebep, bedenin dirilişini sağlamaktı. Bunu yapması ölüm ve bozulmuşluk üzerindeki zaferinin ve [iman edenlerin] sahip oldukları bedenlerinin de sonunda bozulmayacağına dair güvencenin anıtıdır, [öyle ki] gelecekteki dirilişin bir örneği ve belirtisi olsun diye bedenini bozulmuşluktan korusun. Lakin yine [söylüyorum:] eğer bedeni hastalansaydı ve Kelâm o halde kalmış olsaydı, bu hiç de uygun olmazdı! Başka insanların bedenlerine şifa veren Kişi, kendi bedenini ihmal mi edecekti? İhmal etseydi şifa mucizelerine nasıl inanılabilirdi? Hastalığını iyileştirmeseydi insanlar şüphesiz O’na ya gülerlerdi ya da O’nu has insani duygulardan yoksun olarak görürlerdi, çünkü iyileştirebildiği halde iyileştirmedi.

(23) O halde bir kez daha varsayalım ki hiç hastalanmadı, ancak bir süre bir yerlere saklandıktan sonra yeniden ortaya çıkıp ölümden dirildiğini söyledi. Bu durumda O’na yalnızca masal anlatıcısı denirdi. Çünkü öldüğüne hiç kimse şahit olamadığı için dirildiğine de hiç kimse inanmazdı. Dirilişten önce ölmek gerekir, çünkü ölüm olmadan diriliş de söz konusu olamaz. Şahit olunmamış bir ölüm, dirilişi destekleyebilecek herhangi bir kanıttan veya delilden yoksun bırakmış olur. Dirilişi açıkça beyan ettiyse, ne diye gizlice ölmeyi tercih etsin? Kendisinin Kelâm olduğuna dair herkesi ikna etmek için, kötü ruhları kovmak, doğuştan kör olan adamı iyileştirmek ve suyu şaraba dönüştürmek gibi mucizeleri açık bir şekilde yaparken, Yaşamın ta kendisi olduğunu kanıtlamak amacıyla fani bedeninin bozulmamışlığını neden gizli bir biçimde ilan etsin? Ayrıca, havariler O’nun ölümünün hakikiliğini bilmeden, dirilişine ilişkin nasıl bu kadar cesurca konuşabildiler? Veya kendileri O’nun ölümüne şahitlik etmeden, dinleyenlerin bu sözlere inanacaklarını nasıl bekleyebildiler? Çünkü eğer Ferisiler, olan biten her şey gözlerinin önünde olmasına rağmen, kendileri inanmayı reddederek diğer insanları da vazgeçirmeye çalışırken, ölümü gizlide yaşanmış olsaydı inanmamak için daha birçok bahane üretilmiş olmaz mıydı? Eğer Rab herkesin görebileceği bir biçimde ölmeseydi, ölümün sonunu, ölüm üzerindeki zaferini, bedeninin bozulmamışlığını ve bozulmuşluğun tamamen ortadan kaldırıldığını ve hükümsüz kaldığını nasıl beyan edebilirdi?

(24) Daha cevaplanması gereken bazı olası itirazlar da var. Kimileri herkesçe bilinen ve daha sonra gerçekleşecek olan dirilişe inanmak için aleni bir ölümün gerekliliğini kabul etse bile, çarmıhta utanç verici bir ölüm yerine daha onurlu bir şekilde ölebileceğini söyleyebilirler. Oysa bu bile O’nun ölüm üzerindeki gücünün, hususi ve kendisi için seçmiş olduğu bir ölümle sınırlı olduğuna ilişkin kuşku uyandırabilir ve bu da, bir kez daha dirilişe inanmamak için bir bahane oluşturabilir. Bu nedenle ölüm O’nun bedenine kendisinden değil, ancak düşmanca bir eylem neticesinde geldi; öyle ki, Kurtarıcı ölümün türünden bağımsız olarak onu yok edebilsin. Güçlü bir savaşçı, babayiğit ve kuvvetli bir adam kendi düşmanlarını seçmez, yoksa bazılarından korktuğu düşünülür. Bunun yerine seyircilerin onları seçmesine izin verir ve eğer seyirciler o kişiye karşı düşmanca [tavır sergiliyorlarsa, bu kişi de] ona karşı seçtikleri herhangi birini yenip gücünü sergilemek ister. Aynı durum Mesih için de geçerlidir. Yaşam Kaynağı, Rabbimiz ve Kurtarıcımız olarak başka türlü bir ölümden korktuğunu hiç kimse düşünmesin diye, nasıl öleceğini kendisi belirlemedi. Hayır! [Ölümü] kabul etti ve başkalarının çarpıttığı ölümü üzerine aldı ve diğer düşmanları için dehşet verici ve karşılaşmayı asla göze alamadıkları ölümü yaşadı ve tüm bunları, ölümü alt etmekle Yaşam olduğu bilinsin ve ölümün gücü nihayet kırılmış olarak kabul edilsin diye yaptı. Böylece müthiş ve güçlü bir paradoks oluştu, çünkü O’nun onurunu kıracağını ve utandıracağını düşündükleri ölüm, O’nun ölüm üzerinde galip gelmesiyle görkemli bir zafere dönüştü. Bu nedenle ne kafası kesilen Yahya gibi ölü olarak kalmaya devam etti ne de Yeşaya gibi dehşete düştü: Ölümde bile bedeni tam ve parçalanmamış olarak kaldı; öyle ki, gelecekte Kiliseyi bölmek isteyenlerin hiçbir bahanesi olmasın.

(25) Kilise dışında olanların itirazları saymakla bitmez. Lakin samimi bir Hristiyan O’nun niçin başka bir şekilde değil de çarmıhta acı çekerek öldüğünü bilmek istiyorsa, buna şöyle cevap verdiğimizi bilsin: Rab hakikaten de bizim uğrumuza, olağanüstü biçimde tek bir ölümü tercih etti, bundan başka çare yoktu. Bizim üzerimizdeki laneti almaya geldi; lanetlenmiş bir ölümü kabul etmeseydi, nasıl olur da “bizim uğrumuza lanetli”3 sayılabilirdi? Ve o ölüm çarmıhtı; yazılmış olduğu gibi: “Ağaç üzerine asılan herkes lanetlidir.”4 Rabbin ölümü herkes uğruna ödenen fidyedir ve böylelikle “aradaki engel duvarı”5 yıkılmış ve Diğer Uluslara çağrı yapılmıştır. Kolları iki yana ayrılmış olarak gerçekleşen tek ölüm çarmıh olduğuna göre ve eğer çarmıha gerilmediyse, nasıl olur da bizi çağırabilir? Ölümünün uygunluğunu ve iki yana ayrılmış kollarını görüyoruz: Öyle ki, bir eliyle kadim halkını [yani Yahudileri], öbür eliyle de Diğer Ulusları kucaklasın ve kendisinde birleştirebilsin. Öyle olmasına karşın Kurtarıcı ölümüyle neler yapacağını daha önce açıklamıştı: “Ben yerden yukarı kaldırıldığım zaman bütün insanları kendime çekeceğim.”6 Ve hava, beşeriyetin düşmanı ve cennetten düşmüş olan iblisin bölgesidir ve iblis, diğer kötü ruhlarla beraber her iki hususta itaatsizlik yaparak, hem canları hakikatten uzaklaştırıyor hem de hakikati aramak isteyenlere engel teşkil ediyor. Elçi bunun hakkında şunları söylemiştir: “Bu dünyanın gidişine ve havadaki hükümranlığın egemenine, yani söz dinlemeyen insanlarda şimdi etkin olan ruha uymaktaydınız.”7 Rab iblisi yok etmeye ve elçinin dediği gibi, “perdede, yani kendi bedeninde”8 cennete gitmemiz için “yol” hazırlamaya geldi. Bunlar ölüm aracılığıyla olmalıydı; ayrıca havadaki yani çarmıhtaki ölüm aracılığıyla olmayacaksa, nasıl bir ölümle olabilirdi? Burada bir kez daha Rabbin acı çekmesinin nasıl doğal bir şey olduğunu görüyoruz; çünkü böyle “kaldırılmasıyla” havayı düşmanın her türlü etkisinden temizledi. “Şeytan’ın gökten yıldırım gibi düştüğünü gördüm”9 demişti ve böylelikle cennete giden yolu bir kez daha açarak şöyle dedi: “Kaldırın başınızı, ey kapılar! Açılın, ey eski kapılar!”10 Çünkü bu kapıları her şeyin Rabbi olan Kelâmın açması gerekirdi; sonuçta hiçbir şey Yaratıcısı için imkânsız değildir. Hayır, buna ihtiyacı olan bizlerdik, kendi bedenine yüklediği insanlar bizlerdik – O bedenini herkes uğruna ölüme teslim etti ve böylece cennet yolunu açmış oldu.

2
  1. Korintliler 15:54–55