Yaratılış ve Düşüş
(1) Önceki kitabımızda1 imansızların putlara ibadet etmelerine ve sahte korkuların nasıl ortaya çıktığına ilişkin birkaç ana noktaya yeterince değindik. Ayrıca, Tanrı’nın lütfuyla, Baba’nın Kelâmının Tanrı olduğuna kısaca değindik; şöyle ki, var olan her şey varlığını ve gücünü O’na borçludur ve O’nun vasıtasıyla Baba, yaratılışa düzen vermekte, her şey varlığını O’nda sürdürmekte ve [yine] O’nun vasıtasıyla var olmaya devam etmektedir. Şimdi ise Mesih’i seven Macarius, kutsal dinimizin imanında bir adım daha ileri giderek, Kelâmın beşer olduğunu ve ilahi görünümünün aramızda olduğunu ele almamız lazım. Yahudiler bu gizemi karalarlar, Grekler onunla alay ederler ama bizler ise buna taparız ve senin de Kelâma olan sevgin ve adanmışlığın daha da çoğalacak çünkü O’nun beşeriyetinde, O sanki daha az değere sahipmiş gibi görünmektedir. Birçok imansızın O’nu aşağıladıkları inkâr edilemez ve bu da O’nun Tanrılığını daha fazla ispat etmektedir. İnsanların imkânsız olarak gördükleri şeyin mümkün olabileceğini apaçık bir biçimde gösterdi; onların uygunsuz olarak kabul ettikleri şeyi O’nun iyiliği uygun kıldı ve “insani” [olarak görüp] ukalaca güldükleri şeyleri O kendi gücüyle ilahi ilan etti. Böylece O’nun çarmıhtaki yetersizliği ve zayıflığı olarak görülen hususlarıyla, putların saltanatını ve alayını yıkarak, sessiz ve gizli bir biçimde kendisini Tanrı olarak kabul etmeyen alaycılar ve imansızlar üzerinde zafer kazanmıştır.
Şimdi bu konuları incelerken, daha önce söylediklerimizi hatırlamakta fayda var.
Böyle ulu ve görkemli olan Baba’nın Kelâmının niçin insan bedeninde göründüğünü anlamalısınız. Beden, O’nun doğasının bir parçası değildi çünkü Kelâmın bedeni yoktur. İnsan bedeninde görünmesinin yegâne sebebi; Babası ve biz insanların kurtuluşu için beslediği sevgi ve iyilikti. Bu durumda, dünyanın yaratılışı ve onu yaratan Tanrı ile başlayacağız çünkü öncelikle kavramanız gereken şey şudur: yaratılışın yenilenmesi, başlangıçta onu var eden aynı Kelâmla gerçekleşmiştir. Böylelikle, yaratılış ve kurtuluş arasında herhangi bir tutarsızlık yoktur. Çünkü Baba, her iki iş için de aynı aracıyı kullanmıştır ve dünyanın kurtuluşu da başlangıçta dünyayı var eden Kelâm vasıtasıyla mümkündür.
(2) Evreni ve yaratılışın tümünü var etmekle ilgili çeşitli fikirler mevcuttu ve herkes kendi [zihnine] uygun kuramı kabul ediyordu. Mesela, bazıları her şeyin kendiliğinden, yani şans eseri olduğunu söylerler. Epikürcüler bunlardandır; onlar evrenin ötesinde bir akıl olduğunu inkâr ederler. Bu görüş kendi varlıkları da dâhil, tüm deneyime dayalı hakikatlere aykırıdır. Çünkü eğer her şey bir aklın ürünü olmak yerine böyle kendiliğinden var olduysa, [o şekilde] var olsalar bile, hiçbir farklılık olmadan bir bütün olurlardı. [Bu durumda] dünyadaki her şey güneş, ay veya başka bir şey olurdu ve insan bedeninin tümü de el, göz veya ayak olurdu. Lakin güneş, ay ve dünyanın birbirinden farklı şeyler olduğu ve hatta insan bedeni için de ayak, el ve kafa gibi çeşit çeşit uzuvların olduğu bir hakikattir. Tüm bu çeşitlilikler kendiliğinden var olan bir beşeriyeti değil ama öngörülen bir nedenden dolayı var olduğunu gösteriyor ve o nedenin, Yaratıcı ve her şeyin Yapıcısı Tanrı olduğunu anlayabiliriz.
Greklerin büyük bir çoğunluğu da, Platon’un savunduğu görüşü benimsemektedirler. [Platon’a göre] Tanrı her şeyi daha önce var olmuş olan, tıpkı bir marangozun zaten var olan odundan bir şeyler yaptığı gibi, yaratılmamış maddeden yaptı. Lakin bu görüşü destekleyenler, maddenin nedenin de Tanrı olduğunu inkâr ediyor ve odun olmadığı sürece hiçbir şey yapamayan marangoz örneğinde olduğu gibi O’nu sınırlandırıyorlar. [Yaratma] becerisi bazı diğer nedenlere, yani maddenin kendisine bağlı ise Tanrı’ya nasıl olur da Yapıcı veya Yaratıcı denebilir ki? Eğer O kendisi maddeyi yaratmıyor da, var olan bir madde üzerinde çalışıyorsa, O’na Yaratıcı değil, usta denmelidir. Bunların yası sıra, kendileri için Rab İsa Mesih’in Babası haricinde her şeyi var eden bir yaratıcı uyduran Gnostiklerin kuramı var. Bunlar Kutsal Yazılar’ın bariz anlamını görmezden geliyorlar. Mesela Rab Yahudilere Yaratılış bölümündeki ayeti anımsatırken “Yaradan başlangıçtan ’İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı…” demiş, bu nedenden dolayı erkeğin ebeveynlerini bırakarak karısına bağlanması gerektiğini belirtmiş ve Yaradan’dan söz ederek “O halde Tanrı’nın birleştirdiğini, insan ayırmasın” demiştir.2 Bunun neresinden yaratılışın Baba’dan bağımsız olduğu anlamını çıkartıyorlar? Bir kez daha elçi Yuhanna her şeyi dâhil ederek diyor ki, “Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı.”3 Bu durumda nasıl olur da Yaradan, Mesih’in Babasından farklı biri olabilir?
(3) Bunlar insanların ileri sürdükleri fikirlerdi. Lakin akıldan yoksun sözlerindeki küfür, Hristiyan inancının ilahi öğretilerinde açıkça beyan edilmiştir. [Kutsal Yazılar’a] dayanarak, evren ötesinde bir akıl olduğunu ve hiçbir şeyin kendiliğinden oluşmadığını biliyoruz. Tanrı sınırlı değil, fakat ezeli ve ebedi olduğundan dolayı; daha önce var olmuş olan bir maddeden değil, fakat Kelâmı aracılığıyla her şeyi hiçbir şeyden ve mutlak var olmayıştan yarattı. Yaratılış bölümünde şöyle denmiştir: “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı”4 ve bir kez daha Çoban isimli son derece faydalı bir kitapta şöyle yazılmıştır: “Öncelikle her şeyi düzenleyen ve hiçlikten var eden tek Tanrı olduğuna iman et.”5 Ayrıca, Pavlus da şu sözleri yazarken aynı şeyleri kastediyor: “Evrenin Tanrı’nın buyruğuyla yaratıldığını, böylece görülenlerin görünmeyenlerden oluştuğunu iman sayesinde anlıyoruz.”6 Çünkü Tanrı iyidir – veya tüm iyiliğin kaynağıdır ve iyi olan birisi için herhangi bir konuda kötü veya isteksiz olması imkânsızdır. Bu nedenle yaratılış işinde O her şeyi kendi Kelâmı olan Rab İsa Mesih vasıtasıyla hiçten var etti ve tüm bu dünyevi yaratılmış varlıkları beşeriyete özellikle merhamet duyduğu için yarattı. Bu nedenle Tanrı, diğer yaratıklara bahşetmediği lütfu, hayvanlar gibi fiziksel yapısı geçici olan insanlara armağan etti – yani [bizleri] kendi görünümünde yarattı ve makul bir biçimde Oğul’un varlığını paylaştı. Öyle ki, O’nu yansıtarak Tanrı’nın düşüncesini sınırlı da olsa açıklasınlar ve ebediyen kutsanmış tek doğru yaşamı cennette sürsünler. Fakat insan iradesi değişken olduğundan dolayı, Tanrı onlara bahsetmiş olduğu lütfu başlangıçtan beri iki hususta koşullu kılarak güvence altına aldı: yasa ve mekân. Tanrı onları kendi cennetine yerleştirdi ve yalnızca tek bir kural koydu. Eğer lütfu muhafaza edip sevgiyi ilk günkü masumiyetiyle sürdürselerdi cennetteki yaşam kedersiz, acısız ve tasasız biçimde onların olacaktı. Üstelik cennette ebediyen ölümsüz olarak yaşayacaklardı. Lakin eğer yoldan sapar ve kötü olup tüm güzelliklerinin ışıltılarını bir yana itselerdi, ölümün doğal yasası altında olur ve artık cennete değil, ancak [cennet] dışı ölümlü bir dünyada, ölümlü ve bozulmuş bir biçimde yaşayacaklardı. Kutsal Yazılar Tanrı’nın tek emrini şöyle açıklamaktadır: “Bahçenin her ağacından kesinlikle yiyebilirsin, fakat iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yemeyeceksin, çünkü ondan yediğin günde kesinlikle öleceksin.”7 “Kesinlikle öleceksin” – yalnızca ölmekle kalmayacak, ancak ölümlü ve bozulmuş olarak yaşamına devam edecekti.
(4) Kelâmın insan olmasını konuşurken, ne diye beşeriyetin kökeninden bahsettiğimizi merak edebilirisiniz. Başlangıçtaki konu, sonrakinin açıklanması için gereklidir: Kelâmın dünyaya inmesine neden olan bizim suçumuzdu ve bizim isyanımız O’nun sevgisini göstermesine neden oldu; şöyle ki, bize yardım etmek için hızlı davranıp aramıza geldi. O’nun insan bedeni almasına neden olan bizleriz ve bizlerin kurtuluşu için O kendi yüce sevgisinde doğdu ve insan bedeninde göründü. Tanrı insanı böyle yarattı (yani bedene bürünmüş ruh olarak) ve kusursuz kalmasını istedi. Lakin insanlar Tanrı’nın tasarısına sırt çevirip kendi iradeleriyle kötülüğe dönünce, o anda ölüm yasasının hükmü altına girmiş oldular. Tanrı’nın onları yaratmış olduğu durumda kalmak yerine, tamamen bozulma sürecine girmiş oldular ve ölüm onlara tamamen egemen oldu. Çünkü emre isyan etmek kendi doğalarına sırt çevirmek anlamına geliyordu ve en başlangıçta hiçten var olduklarından ve bozulmuşluktan dolayı yeniden hiçlik yoluna girdiler. Kelâmın varlığı ve sevgisi onları yarattı; bu nedenle Tanrı bilgisini yitirdikleri zaman kendi varlıklarını da kaçınılmaz surette [o bilgi ile birlikte] yitirmiş oldular; çünkü var olan yalnızca Tanrı’dır ve kötülük bir hiçtir – iyiliğin eksikliği ve tezatıdır. Tabiat bakımından insan elbette ölümlüdür çünkü hiçlikten yaratıldı; fakat aynı zamanda O’nun suretini taşıyor ve emirlere itaat ederek O’nun suretini korumaya devam ederse, [ölümlü] tabiat gücünü yitirir ve kusursuz olarak kalır. Bilgelik’te de tasdik edildiği üzere, “Onun yasalarına saygılı olmak, doğru yoldan sapmamak güvenliğini sağlar.”8 Yoldan sapmamak ise Kutsal Yazılar’da da belirtildiği üzere artık Tanrı gibi olmak demektir, “‘Siz ilahlarsınız’ diyorum, ‘Yüceler Yücesi’nin oğullarısınız hepiniz!’”9
(5) Kısacası, beşeriyetin durumu buydu. Tanrı onları yalnızca hiçlikten yaratmakla kalmadı, fakat Kelâmının lütfuyla onlara kendi yaşamını bahşetti. İblisin nasihatiyle ebedi şeylere sırt çevirip bozulabilir şeyleri kabul ettikten sonra, onlar ölümde kendi bozulmuşluklarının nedeni oldular; çünkü daha önce de söylediğim gibi tabiat bakımından yoldan sapmaya müsait olmalarına rağmen, Kelâmla olan birlik lütfu onları tabiat yasasından kurtulmaya ve [böylece] yaratılmış oldukları masumiyet güzelliğini korumaya müsait kıldı. Bunun da anlamı şudur; Kelâmın onlarla olması, onları tabiat bozulmuşluğundan bile korudu. Bilgelik’te yazıldığı gibi: “Oysa Tanrı insanı yok olmayacak şekilde yarattı, Tanrı insanı kendi doğasının suretinde yarattı. Şeytan’ın çekememezliği dünyada ölümü getirdi, Şeytan’la arkadaşlık yapanlar bu gerçekle karşılaşacaklardır.”10 Bu olduğunda insan ölmeye başladı ve bozulmuşluk onların arasında yayılmaya ve tabiat ötesi bir biçimde etki etmeye başladı. Çünkü [bütün bu olanlar] Tanrı’nın onları önceden uyardığı üzere, emre isyan ettikleri takdirde uğrayacakları cezaydı. Hakikaten de günah işlemede tüm sınırları aştılar; çünkü kötülüğün başlangıçta keşfedilmesinden ve ölümle bozulmuşluğun parçası olmalarından dolayı, kötü olmaktan daha da kötü olmaya doğru ilerleyip, herhangi bir kötülüğe dur demeden, doyumsuz bir biçimde yeni günahlar işlemeye devam ettiler. Zinalar ve hırsızlıklar her yere yayıldı, cinayet ve tecavüz dünyayı doldurdu, bozulmuşluk ve adaletsizlikte yasa hiçe sayıldı, her türlü kötülük ister ferdi ister toplu biçimde yapılmaya devam etti. Kentler arası savaşlar çıktı, uluslar diğer uluslara karşı ayaklandı ve tüm dünya ihtilaf ve savaşlarla doldu taştı ve kötülük de kendi içinde yarışmaya başladı. Hatta tabiata aykırı suçlar da işleniyordu, ancak Mesih’in şehit edilmiş elçisinin dediği gibi: “Kadınları bile doğal ilişki yerine doğal olmayanı yeğlediler. Aynı şekilde erkekler de kadınla doğal ilişkilerini bırakıp birbirleri için şehvetle yanıp tutuştular. Erkekler erkeklerle utanç verici ilişkilere girdiler ve kendi bedenlerinde sapıklıklarına yaraşan karşılığı aldılar.”11
Contra Gentes
Yaratılış 1:1; Athanasius’un kullandığı tercümeye uygun şekilde, alternatif bir çeviri kullanılmıştır. (Ç.N.)
Hermas’ın Çobanı, 2. Kitap, 1. Bölüm.
Yaratılış 2:16; Athanasius’un kullandığı tercümeye uygun şekilde, alternatif bir çeviri kullanılmıştır. (Ç.N.)