İlahi İkilem ve Beden Almadaki Çözüm
(6) Son bölümde, ölüm ve bozulmuşluğun istikrarlı biçimde yayılmasından dolayı beşeriyetin mahvolma sürecinde olduğunu görmüştük. Tanrı’nın suretinde ve Kelâmı yansıtan düşüncesinde yaratılmış olan insan, yok olmaya başladı ve Tanrı’nın işi tamamlanmamış kaldı. İsyandan dolayı gelen ölüm yasası bize egemen oldu ve ondan bir kaçış yoktu. Gerçekleşen şey hakikaten de korkunç ve uygunsuzdu. Elbette, Tanrı’nın sözünü geri alması ve isyan etmiş insanın ölmemesi mümkün değildi; fakat bir dönem Kelâmın tabiatını paylaşmış olan insanların, şimdi bozulmuşluktan dolayı mahvolup hiçliğe dönecekleri de son derece korkunçtu. Bir zamanlar Tanrı tarafından yaratılmış olanların, şimdi iblisin hilesiyle kandırılarak mahvolması Tanrı’nın iyiliğini hak etmiyordu; [öte yandan] beşeriyetin –kendi ihlalleri veya kötü ruhların hilesiyle– yok olması, Tanrı’nın nihai düşüncesine uygun değildi. Kelâmın suretinde yaratmış olduğu akıl sahibi insanlar ve yapılan bunca şey mahvolacakken iyi olan Tanrı ne yapacaktı? Bozulmuşluğun ve ölümün onlarda etkin olmasına izin mi verecekti? Bu durumda, onları başlangıçta yaratmasının amacı neydi? Yaratılmak ve sonrasında ihmal edilip mahvolmaktansa, hiç yaratılmamış olmak kuşkusuz daha iyi olurdu ve bunun yanı sıra kendi yaratmış olduklarının gözlerinin önünde mahvolmasına karşı lakayıt olmak; Tanrı’nın iyiliğini değil, sınırlı olduğunu ve insanları hiç yaratmamış olmasından ötesini gösterir. Bu nedenle insanın bozulmuşlukla yaşama devam etmesine izin vermesi imkânsızdır, çünkü bu O’nun karakterine uygun düşmeyecektir.
(7) Lakin bu durum tamamen böyle olmadı. Daha önce belirttiğimiz üzere, Hakikatin Babası olan Tanrı’nın, yaratılışı devam ettirmek üzere kendi sözünden dönmesi mümkün değildi. Tanrı kendisiyle çelişemediğine göre, ne yapacaktı? İsyanlarından dolayı insanları tövbeye mi çağıracaktı? Bu davranışın Tanrı’ya uygun olduğunu söyleyip, isyan ederek bozulmuşluğa neden olanların tövbe vasıtasıyla yeniden kusursuzluk derecesine erişebileceklerini savunabilirsiniz. Lakin tövbe, ilahi tutarlılığını sarsamaz; çünkü eğer ölüm insanlarda egemen olmaya devam etmezse, Tanrı yine de doğruyu söylememiş olacaktı. Ayrıca, tövbe insanların tabiatlarına aykırı biçimde davranmalarını sağlamaz, ancak yaptığı tek şey günah işlemelerini durdurmaktır. Mesele doğanın bozulması değil de, yalnızca itaatsizlik etmek olsaydı tövbe yeterli olurdu; fakat isyan başladığı anda insanlar tabiatlarıyla birlikte bozulmuşluğun egemenliği altına girdiler ve Tanrı’nın suretinde yaratılmış varlıklar olarak lütuftan yoksun kaldılar. Hayır, tövbe burada hiçbir şeyi düzeltemez. Nedir – veya kimdir böyle bir lütfu verecek ve talep edilen değişimi yapacak olan? Başlangıçta her şeyi hiçlikten yaratan ve Tanrı’nın Kelâmına sahip olan kimdir? Bozulmuş olanı kusursuzluğa getirmek ve Baba’nın karakterini kendi içinde tutarlı olarak korumak üzere bu işi yalnızca O yapabilirdi. Baba’nın Kelâmı ve her şeyin üstünde olarak, yalnızca O her şeyi yeniden yaratabilir ve Baba’nın önünde herkesin aracısı olmak üzere yalnızca O acı çekebilirdi.
(8) Tam da bu maksatla Tanrı’nın manevi, kusursuz ve ruhsal Kelâmı dünyamıza geldi. Bir anlamda zaten O dünyadan daha önce de uzak değildi, çünkü yaratılışın hiçbir parçası O’nsuz yaratılmamıştır. Kelâm, Baba ile birlik içinde olmasına rağmen var olan her şeyi doldurmaktadır. Lakin şimdi dünyaya yeni bir biçimde indi; sevgisi ile kendisini bizlere tanıtmak maksadıyla bizim seviyemize indi. Yeryüzünde kendi suretini paylaşan akıllı insanlar olduğunu gördü ve onlarla Baba’nın düşüncesini, her şeyin üzerinde egemen olan ölümün ve mahvoluşun bilgisini paylaştı. Bozulmuşluğun bizleri hapsettiğini gördü; çünkü bu, isyanın cezasıydı. Bununla birlikte, yasanın tamamlanmadan ortadan kalkmasının [kesinlikle] imkânsız olduğunu gördü. Kendi yaratmış olduğu onca şeyin mahvolmasının da iyi olmadığını gördü. Gördüğü bir başka şey de, insanlığın [içinde olduğu] kötülüğün onlara karşı koyduğuydu; onların evrensel olarak ölüme gittiklerini gördü. Görmüş olduğu tüm bu şeyler beşeriyete merhamet etmesini ve bizim sınırlılığımıza acıyarak ölümün egemenliğine karşı koyamayışımızdan dolayı sevgiyle harekete geçmesini sağladı; böylelikle yarattığı şeylerin mahvolması ve Baba’nın yaptıklarının hiç edilmesindense, O kendisi tıpkı bizim suretimizde bir insan bedeni aldı. O yalnızca beden almakla veya öyle görünmekle kalmadı; öyle olmuş olsaydı ilahi azametini başka bir biçimde, hatta daha iyi bir şekilde gösterirdi. Hayır, O insan bedeni aldı ve bununla da kalmadı, ayrıca el değmemiş bakire bir kadından, babası olmadan doğdu – yani tertemiz bir bedenden, bir erkekle birlikte olmamış bir bedenden doğdu. O, en yüce ve her şeyin Yapıcısı olarak bakirenin bedenini adeta bir tapınak gibi, kendisini tanıtacağı dünyaya gelmek üzere bir araç olarak kullanmış ve böylece bizimkine benzer bir bedeni almıştır. Çünkü hepimizin bedeni ölümle bozulmuştur; ancak O bedenini Baba’ya teslim edip herkesin yerine ölüme sunmuştur. Bunu yapmasının nedeni ise bize duyduğu sevgiydi; öyle ki ölümünde herkes ölsün ve böylelikle ölüm yasası ortadan kalksın. Çünkü amaçlananı kendi bedeninde tamamladı ve bu gücü insanların lehine kullandı. Bunu, bozulmuş olan insanların yeniden bozulmamışlığa dönmesi ve onları [Kelâmın] kendi bedeninde gerçekleştirdiği ölüm sayesinde ve dirilişindeki lütufla diriltmek amacıyla yaptı. Böylece saman ateşte nasıl yok olursa, ölümü de öylece yok edecektir.
(9) Bu bozulmuşluğu görmüş olan Kelâm, bozulmuşluktan ölüm dışında hiçbir kurtuluşun olmadığını gördü; buna rağmen, ölümsüz olan ve Baba’nın Oğlu olan Kelâm, ölemezdi. Bu nedenle fani bir beden seçti ki, her şeyden yüce Kelâm olarak herkesin yerine canını versin ve [beden almasına rağmen] kusursuz kalabilsin ki, daha sonra diriliş lütfuyla herkesin bozulmuşluğuna son verilsin. Almış olduğu bedenle kusursuz bir sunu ve kurban gibi ölüme boyun eğdi; öyle ki ölümü ortadan kaldırsın ve bunu insan kardeşleri için de geçerli kılsın. Tabiat bakımından Tanrı’nın Kelâmı her şeyden yüce olduğuna göre, herkes uğruna kendi tapınağını ve bedenini sunduğu zaman gerekli olan şeyi ölümde tamamlamış oldu. Kuşkusuz, ölümsüz Tanrı Oğlu’nun bizim beşeri tabiatımızla olan birliği vasıtasıyla ve diriliş vaadiyle tüm insanlar kusursuzlukla kuşanmışlardı. Çünkü beşeriyetin dayanışması öyle bir [düzeydedir] ki, Kelâmın tek bir bedende yaşamasıyla, ölüme götüren bozulmuşluğun gücü her şeyin üzerinde kırılmış oluyor. Yüce bir kralın büyük bir kente girerek tek bir evde yaşamasının [ne anlama geldiğini] biliyorsunuz; kral tek bir evde yaşadığı zaman kentin tümü onurlandırılır ve düşmanlar ile haydutlar oradan uzaklaşırlar. Aynı şey, her şeyin Kralı için de geçerlidir. O, bizim ülkemize geldi, birçoklarının arasında tek bir bedende yaşadı ve dolayısıyla beşeriyetin düşmanının önü kesilmiş ve bir zamanlar onları durduran ölüm bozulmuşluğu gücünü yitirmiş oldu. Eğer her şeyin Rabbi ve Kurtarıcısı olan Tanrı’nın Oğlu aramıza gelmeyip ölüme son vermeseydi, tüm beşeriyet tamamen mahvolacaktı.
(10) Bu iş gerçekten büyüktü ve Tanrı’nın iyiliğini en harika şekilde yansıtıyordu. Kent, orada yaşayanların gafletinden dolayı haydutlar tarafından hücuma maruz kaldığında, kentin kurucusu kral buna göz yumamaz ve [böylece] halkın gafletinden ziyade kendi şerefini dikkate alarak onu yıkımdan kurtarır. Tümüyle iyi olan Baba’nın Kelâmı, beşeriyeti kat kat daha fazla düşünüyordu; lakin kendi bedenini feda ederek, insanlara bulaşmış olan ölümü ortadan kaldırdı ve gafletlerini kendi öğretisiyle düzeltti. Böylece kendi gücüyle insan tabiatını tamamen yeniledi. Kurtarıcının kendi esinlenmiş öğrencileri bize bu güvenceyi veriyorlar. Bir yerde şu sözleri okuyoruz: “Bizi zorlayan, Mesih’in sevgisidir. Yargımız şu: Biri herkes için öldü; öyleyse hepsi öldü. Evet, Mesih herkes için öldü. Öyle ki yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölüp dirilen Mesih için yaşasınlar.”1 Nitekim başka bir yerde de şu sözler yazılmıştır: “Ama meleklerden biraz aşağı kılınmış olan İsa’yı, Tanrı’nın lütfuyla herkes için ölümü tatsın diye çektiği ölüm acısı sonucunda yücelik ve onur tacı giydirilmiş olarak görüyoruz.”2 Aynı yazar niçin başka birinin değil, ancak Kelâm Tanrı’nın beden alması gerektiğini vurguluyor: “Birçok oğulu yüceliğe eriştirirken onların kurtuluş öncüsünü acılarla yetkinliğe erdirmesi, her şeyi kendisi için ve kendi aracılığıyla var eden Tanrı’ya uygun düşüyordu.”3 Demek istiyor ki, beşeriyeti bozulmuşluktan kurtarma işi, yalnızca onları başlangıçta yaratan Kişi tarafından gerçekleştirilebilirdi. Keza Kelâmın insan bedeni aldığını ve diğer canlar için kendini feda ettiğini açıkça belirtiyor: “Bu çocuklar etten ve kandan oldukları için İsa, ölüm gücüne sahip olanı, yani iblisi, ölüm aracılığıyla etkisiz kılmak üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu, ölüm korkusu yüzünden yaşamları boyunca köle olanların hepsini özgür kılmak için yaptı.”4 Kendi bedenini feda etmekle iki şey yapmış oldu: Yolumuzda bize engel olan ölüm yasasını ortadan kaldırdı ve bizlere diriliş umudu vererek hayatımız için yeni bir başlangıç sağladı. Bir insan vasıtasıyla ölüm insanlar üzerinde egemen oldu, Kelâmın insan olmasıyla ölüm yenildi ve yeni yaşam başladı. Mesih’in hakiki kulu Pavlus bu nedenle şöyle diyor: “Ölüm bir insan aracılığıyla geldiğine göre, ölümden diriliş de bir insan aracılığıyla gelir. Herkes nasıl Âdem’de ölüyorsa, herkes Mesih’te yaşama kavuşacak.”5 Artık öldüğümüzde ölümle mahkûm olmayacağız; ancak diriliş sürecine girmiş ve bunları bizlere bahşeden Tanrı’nın [sağlamış olduğu ve] “belirlenen zamanda ortaya çıkaracağı”6 toplu dirilişini bekliyor olacağız.
O halde bu, Kurtarıcının insan olmasının ilk nedenidir. Ne var ki bir başka neden de, O’nun aramızda olan kutsanmış varlığıdır ve bu meseleyi ele almak üzere devam etmeliyiz.
- Korintliler 5:14–15
- Korintliler 15:21–22
- Timoteos 6:15